17 Şubat 2007 Cumartesi

Ermeni Meselesi - 1 : Herşey Nasıl Başladı


Ermeniler bugün ortadoğu coğrafyası denilen coğrafyada tarih boyunca dağınık olarak yaşamış bir toplulukturlar. Kendi iddialarına göre Kilikya adının verdikleri M.Ö. krallıkları devletleri olmuştur. Tarihlerinin başlangıcı efsaneye dayanır. Ermenice yazılı ciddi bir kaynakları yoktur. Daha ziyade mukaddes kitaplardaki insanlık tarihine ait hikayeleri kendi kavimlerine adapte ederek kendilerine bir tarih düzmüşlerdir. Mesela Ermeni tarihçilerinin yazdıklarına bakacak olursak; bilindiği gibi Hz. Nuh'un üç oğlu olan Ham, Sam, Yafes'ten üç büyük ırk meydana gelmiştir. Bunlardan biri olan Yafes'in soyundan geldiklerini iddia ederler. İlk bilinen Ermeni de Haik adında bir kahraman ve devletlerinin kurucusudur. Bu Hz. Nuh'un torununun torunudur. Bu hususlar hiçbir tarihi vesika ile teyid edilemeyen meselelerdir ve Ermeni olmayan tarihçilerin itibar etmedikleri iddialardır. Kilikya denilen Adana havalisindeki devletleri de derebeylikten ibarettir. İranlıların, Bizans'ın, Selçukluların hakimiyetinde yaşamış bir derebeylikten ibarettir. Tarih sahnesinde ciddi bir siyasi varlık gösterememişlerdir. Halep ve Beyrut'tan tutunuz bugünkü Ermenistan'a kadar bu coğrafyada dağınık olarak yaşamışlardır.

İnanışları da değinecek olursak; Ermeniler Gregoryen denilen bir Hıristiyanlık mezhebine mensupturlar. Gregoryenliğin niteliği şudur: Bu mezhebe mensup olanlar Hz. İsa'da iki şahsiyet görmezler. Bilindiği gibi Hıristiyanlar Hz. İsa'ya hem ilahilik hem de beşeriyet sıfatlarını yüklerler. Yani İsa hem Tanrıdır hem de onun oğlu olan bir insandır derler. Halbuki Gregoryenler Hz. İsa'da tek bir vasıf görürler o da ilahiliktir. Tarih boyunca Osmanlı idaresinde de bunları Ortodoks yapmak için Katolik yapmak için çok teşebbüslerde bulunulmuştur. Onlar da zaman zaman papalıktan yardım görmek için Kanuni devrinde girişimlerde bulunmuşlardır. Fakat şu inançları yüzünden ne onlar başkasını kabul etmiş ne de başkaları onları kabul etmiştir. Mahşere inanmazlar. İnsanın ölür ölmez cennete veya cehenneme gideceğine inanırlar. Mahşeri bekleme onlarda yoktur. Papanın günah çıkarma hakkı onlara göre yoktur. Ama en mühimi İsa Tanrı'dır, onda beşeriyet sıfatı yoktur demeleridir. Ermeniler bugün üç grupturlar. Katoliklerin ve Ortodoksların onlara sonraki devirlerde el atmaları sonucu Ermenilerden Katolik bir zümre de, Ortodoks bir zümre de türemiştir. Ama büyük çoğunlukları halen Gregoryendir.

Nüfusları hakkında da bazı gerçekleri söylemek gerekir. Dünya Harbi başlamadan evvel Türkiye'de 4 milyon nüfusları olduğunu ve bunun yarısının kırıldığını iddia ederler. Bu sözde soykırım iddialarını desteklemek için söylenmiş bir palavradır. O tarihte tüm dünyada 4 milyon nüfusa sahiptirler. Bunun 2 milyonu Rusya'dadır, 1 milyonu Suriye - Irak - İran havalisindedir. Bilhassa İran'da bu sayının büyük oranı mevcuttur. Çünkü uzun zaman Perslerin hakimiyeti altında yaşamışlardır.

Dillerine gelince; İran ve Yunan idarelerinde çok yaşadıklarından dilleri büyük çoğunlukla acemce ve yunanca kelimelerden oluşmaktadır. Buna ilaveten Türkçe dahil, Arapça dahil her dilden kelime dillerinde mevcuttur. Dillerinde köklü bir dil göstergesi yoktur. Örneğin Türkçe'nin bir Kutadgu Bilig'i vardır ama Ermeni dilinin böyle bir tarihi yoktur. Şunu da belirtmek gerekir ki Osmanlı Ermenileri Türkçe konuşurlardı.

(Tarihteki Ermeni hükümdarlarının bir portresi)

Osmanlı idaresinde yaşayan Ermeniler en fazla bizi benimseyen gayr-i Müslim azınlıktılar. Bu yüzden olacak ki bizim kaynaklarımızda Ermenilerden "millet-i sadıka" yani "sadık millet" diye bahsediliyor. Bizim dilimizi kullanıyorlardı. Bizim örfümüzü almışlardır. Ermeni kadınlarının Müslüman kadınlar gibi örtündükleri bütün kaynaklarda vardır. Namuslarına fevkalade düşkündürler. Bizim hemen her hususumuzu benimsemiş bir gayr-i Müslim toplulukturlar. Sosyal ve sanatkar da insanlardır. Çok da zengin olmuşlardır. "Türk Hizmetinde Ermeniler" isimli bir kitap vardır. Bu kitapta Ermenilerin zenginliğinin efsanevi bir şekil aldığında söz edilir. Kuyumculuk gibi birçok değerli sanat bu tebaadadır. Lakin bir talihsiz hadise bu tebaanın bir düşman emeline alet olmasına sebep oldu...

Sultan II. Mahmud döneminde 1826 yılı içerisinde yeniçeri ocağı kaldırıldı. Neredeyse 500 yıl ordunun gözbebeği, tüm dünyanın en iyi yaya savaşçı birlikleri olarak kabul edilen Yeniçerilerin yerine tanzim edilen ordu savaşa henüz hazır değildi.1828 senesinde Ruslar bunu fırsat bilerek Osmanlı devletine savaş ilan etti. Rusların Edirne'ye kadar gelmesinden sonra, Yunanistan Edirne antlaşması sonucu bağımsızlığını kazandı. Atina 500 sene bizim vilayetimiz olarak kalmıştı ve İstanbul'dan önce fethedilmişti. Bu üzücü olayın ardından 1832'de Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa bir ayaklanma başlatarak Kütahya'ya kadar askerleriyle geldi. Okur yazarlığı bile olmayan cahil bir adamın vali yapılması zaten baştan yanlış bir olaydı. Nitekim bu yanlış atama böylesine cahilce yapılan bir başkaldırmayla sonuçlandı. Osmanlının düşmanı olmasa hiç kimse Kavalalıya ne silah ne de akıl vermezdi. Osmanlıyı parçalamak isteyenler Kavalalıyı kullandılar. İngilizlerin ve Fransızların Kavalalıyı desteklediğini bilen Osmanlı, Avrupa ile Rusya arasındaki rekabetten istifade ederek Rusya?dan yardım istedi. Ruslar İstanbul - Büyükdere'ye 10.000 asker gönderdiler. Kavalalıya verdikleri gözdağı sonrası Mehmet Ali Paşa çekildi. Bu yardım sonucu Hünkar antlaşmasıyla boğazların idaresine ortak oldular.

Ruslar ile Avrupalılar arasında evvela mezhep farkından dolayı bir zıtlaşma vardır. Rusların mezhebi olan Ortodoksluk, Katolik Avrupa tarafından hak mezhep kabul edilmez. Yunanistan'ın da Ortodoks olmasına rağmen Avrupalılar tarafından baş tacı edilmesinin sebebi ise kadim yunan medeniyetine olan saygılarından ileri gelir. Katolik aleminin Ortodoks Yunanistan - Sırbistan - Rusya üçgeniyle harbi vardır ve hala da devam etmektedir. Bunun ispatına değinirsek; Biz Avrupalılarla yüzlerce defa savaşmışızdır, haçlı orduları üzerimize saldırmıştır ve bunların hiç birinde Ruslar yoktur. Kudüs'e kadar giden haçlı ordularında bile bir tek Rus askeri yoktur. Tarihimiz boyunca en çok harp ettiğimiz millet Ruslardır. Ruslara bize karşı hiçbir batı devleti yardım etmemiştir. I. Dünya Savaşı İngiliz - Alman sanayi rekabetinin eseri olduğundan bu yardımlaşmamaya bir istisna teşkil eder. Bunun dışında tarihteki bütün harpler buna uyar.

Rusya'nın boğazlar üzerinde söz sahibi olması işte bu mezhep mücadelesinden dolayı Avrupa tarafından kendi aleyhlerine bir gelişme olarak görüldü. Bunun tam manasıyla anlaşılması için Napolyon'nun hatıratına bakmak lazım: "Ruslarla Osmanlı Devleti'nin taksimi için bir çok defa bir araya geldim hiçbir zaman anlaşma olmadı. Çünkü Ruslar her zaman boğazlar ve İstanbul'u istediler. Boğazlar ve İstanbul tek başına bir imparatorluğa bedeldir. Onu vermeye gönlüm razı olmadığı için hiçbir zaman anlaşamadık." demektedir (Rusların Akdeniz'e inme üzerindeki kadim emeli Deli Pedro'nun vasiyeti olarak bilinir). Eski Romanya başbakanlarından birinin telif ettiği bir eser vardır. Donanma mecmuasında yazı dizisi olarak Balkan harbi sırasında yayınlanmıştır. Bu eser "Türkiye'nin taksimi için 100 proje" adıyla yayınlanmıştır. Avrupa Türkiye'yi bölmek için 100 proje yapmıştır ancak yinede Rusya'nın boğazlara hakim olmasına razı değildirler. Kavalalıyı Osmanlıya saldırtan İngilizler ve Fransızlar bizim yanımızda yer aldılar. İtalya'yı da yanlarına aldılar ve Rusya'yı Hünkar İskelesi anlaşmasıyla elde ettiği menfaatlerden mahrum bırakmak için bizimle birlikte Rusya'ya karşı Kırım harbini yaptılar.

http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home